2010-Sinan Keskin

Fatmagül’ün Suçu Ne?

~ ~
Bir tecavüzden yüzde kaç reyting, kaç köşe yazısı, kaç blog yazısı, kaç dakika magazin haberi, kaç ‘tık’ çıkar? Bunların hesabını yapan var mı? Varsa beni de bilgilendirirse sevinirim. Kaç kişi bu tecavüz sahnesinden nemalandı. İzlenme, okunma, tıklanma oranlarını artırdı. (Böyle bir bilgi ulaşırsa sizlerle paylaşırım.)
O malum sahne, zaten ekrana ‘kilit’lenmeye hazır Türk toplumunu beklendiği üzere ekrana ‘kilit’ledi. Aylar öncesinde başlayan başarılı bir reklam kampanyasının ardından gösterime giren Fatmagül’ün Suçu Ne? ilk bölümüyle ‘beklenen’ izleyici kitlesine ulaştı. Ay Yapım ve genç patronu Kerem Çatay uyarlama dizilerdeki başarısını bir kez daha kanıtladı. Kerem Çatay Türk toplumunun ne izlemek ‘istediğini’ iyi biliyor.


Yeni nesil umut tacirleri

~ ~
İnsanoğlunun en zayıf noktalarından biridir umut. Bir insanın umutlarını bilirseniz onu kandırmanız çok kolay olur. Umutları, insanın yumuşak karnıdır. Geçmişte insanların iyi bir gelecek umutlarını kullanarak köşeyi dönen çok uyanık oldu.
Daha iyi bir gelecek için yurtdışına gitmek isteyenlerin paralarını alıp onları olmadık yerlerde kaderlerine terk edenler, güçlükle biriktirdikleri paraları daha yüksek faiz ile değerlendirmek isteyenleri dolandıran bankerler, içinde mutlu bir şekilde yaşamak için kendine ait iki göz odası olan bir ev sahibi olmak isteyenlere kendilerinin olmayan arsaları satıp ortadan kaybolanlar. Bu örneklerin en uç noktası da umutlarının peşinden İstanbul’a gelen saf köylü vatandaşımıza Boğaz Köprüsü’nü satmaktır sanırım. (Bkz. Kemal Sunal filmleri).

"Çok aşığın var diyorlar"

~ ~
Onu sık sık ekranlarda görmeniz mümkün değil. Hatta hiç ekranda görmeyenleriniz bile vardır. Ama sesini yerli dizi izleyicilerinin neredeyse tamamı duymuştur. Bir dönem çok izlenen dizilerden olan Ihlamurlar Altında’da “Çok Aşığın Var Diyorlar” şarkısını sık sık duyuyorduk. İncesaz Grubu’nun İki Eylül albümünde solist olarak yer alan Gülses, bu albümde seslendirdiği Çok Aşığın Var Diyorlar şarkısıyla geniş kitlelere sesiyle ulaştı. Ancak O’nun müzik hayatı yaklaşık 30 yıldır medyadan uzak bir şekilde devam ediyor. O duru sesiyle söylediği sanat müziği eserleriyle bu tür müziğe tutkun kişilerin yakından takip ettiği bir isim. En azından öyle olduğunu umuyorum.

“On iki fasikül bir cilt”

~ ~
“Olay, XX. yüzyılın ikinci yarısında, bir gece, Turgut’un evinde başlamıştı. O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi. Bir gece yarısı evinde oturmuş düşünüyordu.” cümleleriyle başlayan “Tutunamayanlar” kim bilir kaç kişinin başucu kitabı olmuştur.
“Tutunamayanlar” romanını okumaya cesaret edip (hacminden dolayı) bitirdikten sonra, yıllardır aradığı yazarını bulmuş ve “ey yazar, ben de buradayım” demiş biri olarak Atay’a saygım büyüktür. Tutunamayanlar’ı daha bitirmeden Atay’ın bütün kitaplarını alıp başucuma yığmıştım. Hepsini neredeyse bir solukta okudum. Kaç gün sürdüğünü hatırlamıyorum ama çok keyifli bir okuma süreciydi. O dönem, üniversitenin tiyatro topluluğunda amatör olarak tiyatro çalışmalarına katılıyordum. Bir gün doğaçlama çalışması yapıyorduk. Sahneye çıktım ve şimdi tam olarak hatırlamadığım doğaçlama bir şeyler yaptım. Sahneden indikten sonra eğitmenimiz yanıma gelip, “Sen Oğuz Atay mı okuyorsun?” dedi. Atay, o kadar etkilemişti beni.

Rakı, balık, Ayvalık…

~ ~

Rakı, Balık, Ayvalık diyerek yola çıktık… Balıkesir’in bu şirin ilçesi Ayvalık'ı daha önce hiç görmemiştim… Adı benim için bir tosttan ve zeytinyağı markasından ibaretti… Dağı taşı zeytin ağaçlarıyla süslü, nohut mayalı ekmeği ile ünlü Ayvalık…
Kökeni Girit’e dayanan biri olarak; geçmişimden izler yakaladım orada… Ama aklımı başımdan alacağını hiç düşünmemiştim… Evet, aklımı başımdan aldı…
Mis gibi kokan zeytinyağıyla, Ayvalık tostuyla, çeşit çeşit ot yemeğiyle, 100 yıllık evleriyle, dev zeytin ağaçlarıyla, denize sakin sakin kavuşan güneşi ve güneşi kucaklayan masmavi deniziyle, geceleri ay ışığıyla dans eden yakamozlarıyla, sımsıcak insanıyla, beni kendine aşık etti Ayvalık…

Dinlediklerim: Ünol Büyükgönenç

~ ~
90’lı yılların başıydı. Küçük bir Anadolu kasabasından İzmir’e taşınmıştık. Hafta sonları benim için devasa olan bu kenti keşfetmek için rastgele gezilere çıkıyordum sokaklarda. Yine böyle bir haftasonu Bit Pazarı’na düştü yolum. Merak içinde gezinirken Pazarı, yere serilmiş bir bezin üzerine alelade atılmış kasetleri gördüm. O zamanlar kasetler hâlâ en gözde müzik dinleme yoluydu. Hemen dizlerimin üzerine çömelip kaset yığınını karıştırmaya başladım.

Madımak Oteli ve Barbarlık Müzesi

~ ~
Yine geldi o kara gün. İnsanların cıvıl cıvıl olduğu yazın en sıcak günlerinden birinde o sıcaklığı gölgede bırakan bir ateş düştü yüreğimize. 17 yıldır bu utançla yaşıyoruz. 2 Temmuz 1993’te alev alev yanan otel ve çığlıklar içinde o otelden kurtarılmayı beklerken diri diri yanan canlarımızın acısı hâlâ yüreğimizde.
15 yaşımdaydım katliamın yaşandığı yıl. Henüz 3 yıl olmuştu Sivas’tan İzmir’e taşınalı. Yeni yeni kurulmaya başlayan özel televizyonların birinden dakika dakika izledim tüm olayları. Boğazım düğümlendi. Ağlayamıyordum, donuk bir vaziyette ekrana kilitlenmiş “şimdi gelecekler sizi kurtarmaya, asker geliyor, tamam şimdi kurtuldunuz, yahu itfaiye nerede kaldı, Sivas’ta devlet yok mu? Gibi yüzlerce düşünce geçiyordu içimden. Şaka olmalıydı. Bir otel dolusu yazar, şair, sanatçı, düşünür, kısaca İNSAN diri diri yakılıyordu ve “yetkililer” hiçbir şey yapmıyordu. Ve o kara gün hepinizin bildiği gibi sonuçlandı. 35 insanımız diri diri yakıldı. Aradan 17 yıl geçti ancak acılarımızı dindirecek hiçbir gelişme olmadı. Ne hukuksal ne de insani olarak.

Yazmak para eder mi?

~ ~
Sadece yazarak para kazanmak mümkün mü? Kitap yazarak hayatı idame ettirmek, özellikle bizim gibi az okuyan bir toplumda oldukça zordur. Eserleri bugün bile çok okunan, hatta kitapları televizyon dizilerine konu olup milyonlarca insanı ekrana kilitleyen yazarlarımızın birçoğunun yaşadıkları dönemde sefalet içinde oldukları bir sır değil. Usta yazarların çoğu geçimlerini başka işlerden sağlamışlardır. Kimi gazetelerde çalışmış kimi öğretmenlik yapmış kimi de memuriyet görevinde bulunmuştur. Çocuklarına bıraktıkları tek miras da yüz yıl sonra bile gündemde olan kitapları olmuştur.

Bir yerden başlamalıyım

~ ~
Bir yerden başlamalıyım. Artık "yapacağım", "yapmak istiyorum", "yapmayı düşünüyorum" demek istemiyorum. "Yaptım"... Bundan sonra "yaptım" diyebilmeliyim. Kafamın içinden geçenleri, yapmak istediklerimi sürekli planlayarak, sadece planlayarak ömrümü geçirmek istemiyorum. Onun için bir şekilde bir yerden başlamam gereriyor. Okumak istediğim kitapları okumalıyım, izlemek istediğim filmleri izlemeliyim, dinlemek istediğim şarkıları dinlemeliyim, görmek istediğim yerleri görmeliyim ve kurmak istediğim cumleleri kurmalıyım. Artık "yaptım", "bunu ben yaptım" demeliyim.

Hayal kurmak tehlikeli midir? - 2 -

~ ~
Kendi kişisel tecrübemden yola çıkarak hayal kurmanın ve bu hayallerin peşinden gitmenin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya devam ediyorum. İlk yazımda belirttiğim birinci aşamayı geçip hayallerinizi gerçeğe dönüştürme çabası içine girerseniz doğru yöntemi ve doğru insanları bulmaya özen gösterin. Yoksa kâbus dolu günler sizi bekliyor demektir.

Hayal kurmak tehlikeli midir? - 1 -

~ ~
Hayal kurmak tehlikeli midir? “Ne tehlikesi olabilir ki” dediğinizi duyar gibiyim. Tabi ki hayal kurmak tehlikeli değildir. İnsanın ufkunu açar. Hayata bakışını değiştirir. Sadece hayal olarak kaldığı sürece pek bir tehlikesi yoktur.  

Ancak, kısacık ömrünüzde kurduğunuz hayallerin peşinden gitmeye kalkarsanız başınıza geleceklere de hazırlıklı olmanız lazım.

 
© 2010- Sinan Keskin
IniMinimalisKah is proudly powered by Blogger