Onu sık sık ekranlarda görmeniz mümkün değil. Hatta hiç ekranda görmeyenleriniz bile vardır. Ama sesini yerli dizi izleyicilerinin neredeyse tamamı duymuştur. Bir dönem çok izlenen dizilerden olan Ihlamurlar Altında’da “Çok Aşığın Var Diyorlar” şarkısını sık sık duyuyorduk. İncesaz Grubu’nun İki Eylül albümünde solist olarak yer alan Gülses, bu albümde seslendirdiği Çok Aşığın Var Diyorlar şarkısıyla geniş kitlelere sesiyle ulaştı. Ancak O’nun müzik hayatı yaklaşık 30 yıldır medyadan uzak bir şekilde devam ediyor. O duru sesiyle söylediği sanat müziği eserleriyle bu tür müziğe tutkun kişilerin yakından takip ettiği bir isim. En azından öyle olduğunu umuyorum.
“On iki fasikül bir cilt”
“Olay, XX. yüzyılın ikinci yarısında, bir gece, Turgut’un evinde başlamıştı. O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi. Bir gece yarısı evinde oturmuş düşünüyordu.” cümleleriyle başlayan “Tutunamayanlar” kim bilir kaç kişinin başucu kitabı olmuştur.
“Tutunamayanlar” romanını okumaya cesaret edip (hacminden dolayı) bitirdikten sonra, yıllardır aradığı yazarını bulmuş ve “ey yazar, ben de buradayım” demiş biri olarak Atay’a saygım büyüktür. Tutunamayanlar’ı daha bitirmeden Atay’ın bütün kitaplarını alıp başucuma yığmıştım. Hepsini neredeyse bir solukta okudum. Kaç gün sürdüğünü hatırlamıyorum ama çok keyifli bir okuma süreciydi. O dönem, üniversitenin tiyatro topluluğunda amatör olarak tiyatro çalışmalarına katılıyordum. Bir gün doğaçlama çalışması yapıyorduk. Sahneye çıktım ve şimdi tam olarak hatırlamadığım doğaçlama bir şeyler yaptım. Sahneden indikten sonra eğitmenimiz yanıma gelip, “Sen Oğuz Atay mı okuyorsun?” dedi. Atay, o kadar etkilemişti beni.
Rakı, balık, Ayvalık…
Rakı, Balık, Ayvalık diyerek yola çıktık… Balıkesir’in bu şirin ilçesi Ayvalık'ı daha önce hiç görmemiştim… Adı benim için bir tosttan ve zeytinyağı markasından ibaretti… Dağı taşı zeytin ağaçlarıyla süslü, nohut mayalı ekmeği ile ünlü Ayvalık…
Kökeni Girit’e dayanan biri olarak; geçmişimden izler yakaladım orada… Ama aklımı başımdan alacağını hiç düşünmemiştim… Evet, aklımı başımdan aldı…
Mis gibi kokan zeytinyağıyla, Ayvalık tostuyla, çeşit çeşit ot yemeğiyle, 100 yıllık evleriyle, dev zeytin ağaçlarıyla, denize sakin sakin kavuşan güneşi ve güneşi kucaklayan masmavi deniziyle, geceleri ay ışığıyla dans eden yakamozlarıyla, sımsıcak insanıyla, beni kendine aşık etti Ayvalık…
Dinlediklerim: Ünol Büyükgönenç
90’lı yılların başıydı. Küçük bir Anadolu kasabasından İzmir’e taşınmıştık. Hafta sonları benim için devasa olan bu kenti keşfetmek için rastgele gezilere çıkıyordum sokaklarda. Yine böyle bir haftasonu Bit Pazarı’na düştü yolum. Merak içinde gezinirken Pazarı, yere serilmiş bir bezin üzerine alelade atılmış kasetleri gördüm. O zamanlar kasetler hâlâ en gözde müzik dinleme yoluydu. Hemen dizlerimin üzerine çömelip kaset yığınını karıştırmaya başladım.
Madımak Oteli ve Barbarlık Müzesi
Yine geldi o kara gün. İnsanların cıvıl cıvıl olduğu yazın en sıcak günlerinden birinde o sıcaklığı gölgede bırakan bir ateş düştü yüreğimize. 17 yıldır bu utançla yaşıyoruz. 2 Temmuz 1993’te alev alev yanan otel ve çığlıklar içinde o otelden kurtarılmayı beklerken diri diri yanan canlarımızın acısı hâlâ yüreğimizde.
15 yaşımdaydım katliamın yaşandığı yıl. Henüz 3 yıl olmuştu Sivas’tan İzmir’e taşınalı. Yeni yeni kurulmaya başlayan özel televizyonların birinden dakika dakika izledim tüm olayları. Boğazım düğümlendi. Ağlayamıyordum, donuk bir vaziyette ekrana kilitlenmiş “şimdi gelecekler sizi kurtarmaya, asker geliyor, tamam şimdi kurtuldunuz, yahu itfaiye nerede kaldı, Sivas’ta devlet yok mu? Gibi yüzlerce düşünce geçiyordu içimden. Şaka olmalıydı. Bir otel dolusu yazar, şair, sanatçı, düşünür, kısaca İNSAN diri diri yakılıyordu ve “yetkililer” hiçbir şey yapmıyordu. Ve o kara gün hepinizin bildiği gibi sonuçlandı. 35 insanımız diri diri yakıldı. Aradan 17 yıl geçti ancak acılarımızı dindirecek hiçbir gelişme olmadı. Ne hukuksal ne de insani olarak.